Türkiye Etik Gazetecilik Koalisyonu (TEGK) yerel basınla buluşma toplantılarının ikincisini 9 Kasım’da Diyarbakır’da yaptı. Türkiye Gazeteciler Sendikası, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti, Özgür Gazeteciler İnisiyatifi temsilcilerinin yerel medyanın sorunlarını anlattıkları birer sunumla başlayan toplantıda, Diyarbakır ve bölge illerde gazetecilik yapmanın zorlukları öne çıktı. Olağanüstü Hâl döneminde kapatılan medya kuruluşları nedeniyle oluşan tek seslilik, işsiz gazeteci sayısının artması, emek sömürüsü, Basın İlân Kurumu’na bağlı gelir modeli ve onunla birlikte artan sansür/otosansür pratikleri etik gazeteciliğin önündeki en temel engeller olarak sıralandı. Gazeteciler özellikle ekonomik sorunlarla ortaya çıkan bu yeni durum değişmedikçe gazeteciliğin temel değerlerine sadakatin sansür mekanizmalarıyla yok edilmeye devam edeceğini söylediler.
“Ben bir gazete yöneticisiyim aynı zamanda ortağım, kimi zaman yazdıklarımdan ya da attığım başlıklardan çalışanlar rahatsız oluyor. Fazla cesur buluyorlar ve işsiz kalmaktan korkuyorlar” diyor bir gazeteci. Bir başka gazete yöneticisi yerel gazetelerin sahipsiz kaldığını ifade ediyor. “Artık gazete sahibi yatırımcılar da eskisi kadar cesaretli değil, dik duramıyorlar. Çoğu müteahhitlik yapıyor, devletten ihale alıyor, devlete bağımlı durumda.”
“Denge gazeteciliği yapmaya mecburuz”
“Halkın yüzde 80-90’ı Barış Pınarı Harekatı’na karşı ama bunu haber yapamıyoruz” diyor bir başka gazeteci. Örneğin 90’larda yayınlana “Diyarbakır Söz gazetesinde halkın koruculuğa karşı olduğunu yazabiliyorduk. Medya patronu arkamızda duruyordu. Bugün bu mümkün değil” deniyor. En açıklayıcı örneklerden biri SETA Vakfı’nın “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporunda fişlenen iki gazetecinin yerelde çalıştıkları gazetelerden ayrılmak durumunda kalmaları ya da yazı konularını siyaset dışı alanlara kaydırmaları, çünkü Basın İlân Kurumu’nun Diyarbakır’daki temsilcilerinin SETA ile organik bağı olduğunu ifade ediyorlar.
Kendi adlandırmalarıyla “denge gazeteciliği” yapıyorlar ancak bu tarafsızlığı referans alan bir dengeden ziyade Basın İlân Kurumu’ndan gelecek gelirin kesilmemesi için esasen otosansürü içeren bir denge. Okurun bu yayın politikasını eleştirdiğini, tepkisini sosyal medya yoluyla gösterdiğini söylüyorlar. Toplantı için konuşmasını yazılı olarak hazırladığını söyleyen, bunun altını çizen iki gazeteci bulunmaktaydı, gerekçelerini “kullandığımız sözcüklere çok dikkat etmemiz gerekiyor” diye açıkladılar. Gazetecilerin ifadelerinde sık sık yer alan sahipsizlik, güvensizlik okura da sirayet etmiş durumda. “Tanıtım amaçlı bedava gazete dağıttık, insanlar içeriğinden önce sahibinin kim olduğunu sordular. Kimse kimseye güvenmiyor ve halk çok fazla kutuplaşmış durumda” diyor bir gazete yöneticisi.
“Yerel gazeteler artık kent gündemini belirleyemiyor”
Ekonomik, siyasi ve yasal baskıların yarattığı koşullar nedeniyle etik sorunları konuşmak kolay olmuyor. Bu koşulların ve kutuplaşmanın gazetecileri kendi çevreleriyle ilgili haberler yapmaya zorladığını, farklı siyasal görüşlerin hemen her tarafta dışlandığını, bir anlamda yankı odalarına sıkıştıklarını inkar etmiyorlar. Taraflı olduklarını ifade edenler için ise bu büyük bir sorun oluşturmuyor. TEGK’nin üzerine çalıştığı nefret söylemi ve hassas konularda habercilik sözlüğüne dair öneriler, ağır bir sansür ortamında kelime seçiminin çok belirleyici olduğunu ortaya koyuyor. Devletin doğrudan dayattığı terminolojiye karşı çıksalar da ayakta kalma kaygısı kimi zaman terimleri tırnak içinde belirterek mesafe almaya kimi zaman da yaratıcı çözümler üretmeye zorluyor. Bazı medya kuruluşları kendi haber dillerini oluştururken kendi terminolojilerini bir direniş biçimi olduğunu savunuyor. Çatışmalarda hayatını kaybedenlerinde yıllarca dini bir referanstan bağımsız olarak “yaşamını yitirdi” şeklinde andıklarını söyleyen bir yerel gazete yöneticisi son bir yıldır “şehit oldu” kavramının kullanmaya başladıklarını. Bu olmadığı takdirde gazeteye Basın İlân Kurumu’ndan ilân gelmediğini ifade etti.
“Duygularımız işin içine karışıyor. Devlet savaşı kazandı biz etik değerlerimizi kaybettik” diyor bir gazetecilik örgütü yöneticisi. Bir yerel ajans çalışanı bölgedeki derin kutuplaşma nedeniyle halkın da yer yer faklı sesler duymaya sabrının kalmadığını ifade ediyor ve “Kürt siyaseti ve medyası dışında bir mecraya söz hakkı tanıyınca küfürler geliyor” diyor.
Hemen hiçbirinin haber merkezlerinde uymayı taahhüt ettikleri etik kodlar bulunmuyor. Türkiye’deki tek kadın haber ajansına (Jin Haber Ajansı / Jin News) sahip olmasına ve daha önce toplumsal cinsiyet eşitliğine dair alınmış eğitimlere, çalıştaylara rağmen toplumsal cinsiyet odaklı habercilikte ciddi sorunlar varlığını sürdürüyor. Kadın gazeteciler konuya çok daha duyarlı ve bilinçli ancak haber merkezlerinde kadın sayısı hâlen çok az. Bir medya yöneticisi durumu “kadınların çalışması için şartlar zor en başta da ekonomik koşullar nedeniyle kadın gazetecileri tutmamız mümkün olmuyor” diyerek açıklıyor. İŞKUR desteğiyle başlatılan Yeni Nesil Gazetecilik projesi kadın muhabir sayısını bazı gazetelerde sadece geçici bir süre artırmış.
Deneyimli gazeteciler işsiz
Diyarbakır merkezli bilinen bir haber ajansında çalışan muhabirlerin en deneyimlisi 3-4 yıllık. Tutuklanma ya da baskılar nedeniyle yurt dışına çıkma, başka sektörlere geçme gibi sebeplerden çalışan sirkülasyonu çok yüksek.
Tutuklu gazetecilerin önemli bir oranını Kürt gazeteciler oluşturuyor, gazetecilik dayanışması içinde Kürt gazetecilerle dayanışmanın hâlen zayıf olduğunu, batılı meslektaşlarından yeterli destek göremediklerini söylüyorlar. İfadeye çağrılıp suçunu öğrenemeyen gazeteciler var “polis işte ver sen bir ifade dedi” diyor deneyimli bir gazeteci.
Deneyimli gazetecilerin çoğu işsiz, dil bilenler uluslararası haber kuruluşlarına çalışarak ya da onların muhabirlerine mihmandarlık yaparak meslek hayatını sürdürmeye çalışıyor.
Dil bariyeri ciddi bir sorun, halk kendi ana dilinde kendisini daha özgürce ifade edebiliyor, Kürtçe bilmek önemli bir avantaj ancak bu dilde yapılan haberlerin yayınlanabileceği mecra sayısı yok denecek kadar az.
Sonuç olarak Diyarbakır gazetecileri öncelikle mesleklerini yapamamanın, ayakta kalmak için sansüre/otosansüre boyun eğmek zorunda kalmanın ve işsizliğin sıkıntısını yaşıyorlar ve bunu dile getiriyorlar. Etik gazeteciliğin öneminin farkındalar ve gazetecilik değerlerini merkeze alan bir haber merkezi yapılanmasının okur desteğini artırabileceğine, yeni gelir modelleri üretebileceğine inanıyorlar ancak bunun için daha fazla gazetecilik dayanışması görmek istiyorlar. Ulusal ölçekteki değişim, Diyarbakır’da da kendini hissettiriyor; halkın haber alma arayışında dijital mecralar ve gazetecilerin sosyal medya paylaşımları gazeteleri geride bırakmaya başlamış durumda. Ancak buna ek olarak Yerel medyanın ülkenin hemen her yerinde kaygıları artıran ekonomik ve siyasi sorunları, Diyarbakır’da daha ağır biçimde hissediliyor.