“Haber merkezindeki fildişi kuleden ya da savaş bölgesindeki çatıdan inerek bombaların değil, insanların öykülerini anlatan, haberin peşinden giden gazeteciler tarihe not düşen isimler oldular / olacaklar.” Can Ertuna savaş gazeteciliğinin dönüşümünü anlattı.
Yaşamı boyunca birçok çatışma izleyen, ancak en çok Bosna Savaşı sırasında BBC için yaptığı haber ve yayınlarla tanınan gazeteci Martin Bell, özellikle Afganistan ve Irak Savaşları’ndan sonra toplumu bilgilendiren gazeteciliğin yerini, medyada şehvetli bir suç anlatısına bıraktığını söylemişti. Bell’in “haberin ölümünü” ilân ettiği süreçten sonra da savaş ve çatışma bölgelerinden iyi gazetecilik örnekleri gelmeye devam etti. Ancak “iliştirilmiş gazetecilik” ya da Bell’in anlatımıyla, “kale gibi korunan binalarından gerçek dünyaya 15 dakikalık ‘haber baskınlarına’ çıkıp dönen”, bölgede olan, ancak olaya uzak kalan gazetecilerin “çatı üzerinden” bildirdiği habercilik tarzı, her geçen gün daha da yaygın hale geldi. Televizyonun haber tüketimini seyirlik kültürün, bir eğlence kültürünün parçası kılması bunun evrensel nedenlerinden biri olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra, iktidar-medya, ordu-medya ilişkilerinin gazeteciler için erişimi güç savaş alanlarında haberciliği “iliştirilmiş” gazetecilik pratiğine sıkıştırmayı içeren bir yöne evrilmesi bir diğer neden. Bununla umulan, savaş alanına erişimin ve böylece kamusal alandaki tartışmanın kısıtlanması ya da en azından iktidarların öngördüğü sınırlar dahilinde gerçekleşmesi. Buna karşı, toplumların haber alma hakkını savunmak; yani temel gazetecilik ilkelerini hayata geçirmek, özellikle savaş zamanlarında daha da kritik bir öneme sahip. Çünkü savaş sırasında yapılan “iyi gazetecilik” bir diyalog zemininin oluşmasına katkı sağlayarak barışın ya da en azından ateşkesin geniş kesimlerin talebi haline gelmesini sağlayabiliyor.
Gazetecinin sorumluluğu
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından evrensel gazetecilik ilkeleri çerçevesinde hazırlanan Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, gazetecileri sadece birer tanık ve basit anlatıcı olmanın ötesinde tanımlar. Gazetecilerin temel görevlerinin sıralandığı bölümün ikinci maddesinde “gazeteci; başta barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü laiklik ve insan hakları olmak üzere; insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur” denir. Gazeteci en yalın tanımıyla barış taraftarı ve insancıldır. Burada vurgulanan aktivist bir tutum değildir elbette. Gazeteci çatışmanın doğasının anlaşılabilmesi için propaganda ve hamaset söylemlerini bir kenarda bırakarak çatışmanın gerçekliğine odaklanmalıdır. Öte yandan, özellikle savaş ve çatışma haberlerinde “tarafsızlık” kavramı çok tartışılır. Tarafların eşit olmadığı, eylemlerin özellikle siviller üzerinde yıkıcı etkileri olduğu çatışmalarda, öldürenle, ölenlerin seslerini eşit biçimde duyurma amacıyla tam bir tarafsızlık sağlanması belki beklenemez, ancak olgulara dayalı dengeli habercilik zaten mevcut tablonun anlatılması ve anlaşılması için gerekli altyapıyı sağlayacaktır. Gazetecinin topluma karşı sorumluluğu, ne kadar yoğun bir siyasi ve/veya toplumsal baskı ortamı olursa olsun gerçekleri gizlememek, doğruları söylemektir.
İliştirilmiş gazetecilik
Bir çatışmanın doğasını olduğundan farklı yansıtma çabalarına âlet olmak şiddet sarmalına dahil olmanın yanı sıra, kısa vadede olmasa da bir süre sonra gazetecinin ve kurumun saygınlık ve inandırıcılığının yitimine yol açar. Irak Savaşı öncesi ABD ve Britanya’nın saygın medya kuruluşlarının hükümetlerinin Irak’ta kullanıma hazır kitle imha silahları olduğu yönündeki asılsız iddialarının üzerine gidememeleri ve işgalin dayandırıldığı bu gerekçenin sorgulanmaması iki ülke yöneticilerinin geçen yıllar içinde yaklaşık 200 bin insanın yaşamına mâl olan bir yıkımın kapısını daha kolay aralamasını sağlamıştı. Medya, ülkede bulunamayan kitle imha silahlarını sorguladığında ise artık çok geçti. Bu “gecikme” kanlı sonuçlar doğurdu. ABD’li akademisyen ve gazeteci Ben Bagdikian’ın dediği gibi (1), söz konusu olan hayati önemdeki konular hakkında gazetecilik çabası olunca, zaman kaybı ya da tereddüt bazen gerçekleri aydınlatmak için çok geç kalmanıza yol açar. Batı medyası, liderlerin ve kurumların bu kadar önemli konularda yalan söyleyemeyeceğini düşünerek hata etmişti. Vietnam Savaşı’nda cephede serbest gezinen habercilerin medyaya kattığı çok seslilikten gerekli dersler alınınca medyayı hazır haber formülleriyle doyurma taktiği benimsendi. Afganistan ve Irak işgallerinde benimsenen “iliştirilmiş gazetecilik” pratikleri medyanın haber ve sıcak görüntü iştahını giderir gibi gözükürken, bir yandan da habercilerin sınırlı bir cephe yayıncılığına sıkışıp kalmasını berberinde getirdi. Fırlatılan füzeler, toz kaldırarak ilerleyen zırhlı araçlar, patlayan bombalar, kararlılık vurguları yapan askerler… İliştirilmiş gazetecilik medya gündemini aksiyon filmi sahnelerini aratmayan öykü ve görüntülerle doldurmak için düşünülen bir sistem ve hem uluslararası planda, hem de Türkiye’deki pratiklere bakınca yönetici seçkinler açısından başarılı olduğu söylenebilir. Ancak bu habercilik tarzını eleştiren Britanyalı gazeteci Patrick Cockburn’e göre sadece cephe hattının bir kesitini görmeye olanak tanıyan bu tür bir haber aktarımı, gazetecilerin ve elbette kamuoyunun büyük resmi görmesini engeller. Burada sorun, sadece birlikte hareket edilen tarafa dair inşa edilmesi muhtemel yakınlık değildir. Tarafsızlığa dair çaba yitirilmese de görülenler, sizi himayesine alan tarafın tercihleri ile sınırlıdır. Kendilerine sadece cephedeki başarılar gösterilen seyirciler, zaferle biten çatışmaların, hızla gerçekleşen işgallerin ardından, namluların kısa sürede, nihai olarak susmasını bekliyor. Oysa bu kolay zaferlerin, kalıcı barış anlamına gelmediğini görmek zaman alıyor. İşgale karşı örgütlenen direniş ve halk desteğinden bihaber ya da iş birliği yapılan hükümetlerin zafiyetlerini bilmeyen bir izleyicinin, çocuklarının uzaktaki topraklarda ölmeye neden devam ettiğini iliştirilmiş gazetecilik ürünleriyle görmesi kolay değil. Çatışmanın doğasını, taraf olanların öykülerini, yapılan müdahalelerin politik ve toplumsal etkilerine dair kritik önemdeki ayrıntıları anlatan gazetecilerin sayıları ise, savaş dönemlerinde medya gündemini iliştirilmiş habercilikle dolduran meslektaşları kadar fazla değil.
Bir “gösteri” olarak savaş
Benzer bir şekilde Türkiye’de de özellikle son dönemde komşu Suriye’deki savaşa dair de artık normal haline gelen bir savaş anlatımı söz konusu. Yüksek rakımlı tepeler ya da sınır köylerindeki evlerin çatılarından yan yana yapılan canlı yayınlar; stüdyoda emekli askerler ya da stratejistliğe soyunan kanaat teknisyenlerinin renkli haritalar üzerinde değerlendirdikleri askeri harekâtlar ve insansız hava aracı (ya da eğer hava sahası açıksa savaş uçağı) kameralarından alınıp resmi ajans eliyle servis edilen bombalama görüntüleri… Oysa ne Irak’ta, ne Suriye’de ne de Libya’da namlular sustuktan sonra savaşlar bitiyor. TV ve internet sitelerindeki editör ve grafik servislerinin mezhep, dil, kültür farkından çok askeri yığınakları ya da silahlı grupların konumlanışlarını boyadıkları haritalar üzerinde yapılan değerlendirmeler orta vadede yetersiz kalıyor. Masada kazanılan stratejik başarılar, alanda kazanılan taktik zaferler gibi anlatıl(a)mıyor. Tüm bunlar olurken, bölgede yaşayan sivillerin yaşamlarına dair tanıklık da ancak politik ve diplomatik gündeme bir kaldıraç işlevi görecek bir anlatıya olanak tanıyacaksa düzenlenen yarım günlük basın gezileriyle sağlanıyor. Muhabirler bölgeye gidiyor ancak bölgedeki insanlara, çatışmanın onların üzerindeki etkilerine genellikle yabancı kalıyorlar. Elbette her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yapılan haberciliğin niteliğinin iktidar-medya ilişkileri ile tanımlanan basın özgürlüğü alanında belirlendiğini söylemek mümkün. Ancak lojistik destekle belirlenen dışında “duygusal” ve ideolojik iliştirilmiş gazeteciliğin bir norm haline gelmesinin, yeri geldiğinde başka coğrafyalardaki olayları takip ederken de gazetecileri, olgulara dayalı habercilikten uzaklaştırıp, kamuoyuna hoşlarına gidecek öykülerin anlatıldığı birer hikâye anlatıcısına dönüştürdüğüne tanık oluyoruz.
Temel gazetecilik ilkelerine dönüş
Peki ne yapılabilir? Yanıt, gazeteciliğin temellerine geri dönmek, temel ilkeleri hayata geçirmek. Bu noktada Etik Gazetecilik Ağı kurucusu Aidan White’ın (2016, 48-49), gazetecilerin propaganda aygıtı olarak değil, bir diyalog elçisi olarak topluma hizmet edebilmeleri için önerileri var. (2) Bunları biraz da yorum katarak ve zenginleştirerek bir yol haritası olarak aktarmak mümkün: Alanda yapılan gazetecilik, olguya dayalı bir anlatı içermeli ve olayın farklı boyutlarını adil bir şekilde görünür kılmalı. Gerektiğinde (önemli) nüans ve ayrıntıları dışlamayan bir yaklaşımla farklı sesler duyurulabilmeli. Önyargı ve korkuları güçlendiren kalıp yargılardan uzak durulmalı ve kurbanların öykülerine odaklanılarak haber “insancıllaştırılmalı”. Politikacılara ve çatışmanın tarafı olan liderlere zor sorular sormaktan, hamasetin altını kazımaya cüret etmekten kaçınılmamalı. Hazır olarak sunulan çözüm paketlerinden farklı seçeneklerin olup olmadığı sorgulanabilmeli. Haber yazarken, yayın yaparken kullanılan sözcükler (buna yayın sırasında takınılan tutum ve hatta jest ve mimikleri dahi eklemek mümkün) ile ekrana getirilen, sayfada kullanılan görüntü/görseller konusunda hassas olunmalı. Bir suçu belgelemek ile propagandaya alet olmak ya da nefreti körüklemek arasındaki ince çizginin farkında olarak nefret uyandıracak ve provoke edecek yaklaşımlardan uzak durulmalı. Tüm bunları yaparken haber merkezindeki fildişi kuleden ya da savaş bölgesindeki çatıdan inerek bombaların değil, insanların öykülerini anlatan, haberin peşinden giden gazeteciler tarihe not düşen isimler oldular / olacaklar.
- Bagdikian, B. (2004). New Media Monopoly, Boston: Beacon Press.
- White, A. (2016). Ethical Choices When Journalists Go to War, in D. Fabijanic, C. Spahr, V. Zlatarsky (eds.) Conflict Reporting in the Smartphone Era. Berlin: Konrad Adenauer Stiftung EV.
1978 Ankara doğumlu. Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü’nde Doktor Öğretim Üyesi, aynı zamanda serbest gazetecilik yapıyor. Uzmanlık alanları; yeni medya, dijital haber araçları, TV ve video haberciliği, medya ve savaş. Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı. Galatasaray Üniversitesi’nden medya ve iletişim çalışmaları alanında doktora derecesi sahibi. Akademik alanın yanı sıra yaklaşık 20 yıldır da televizyon haberciliği alanında çalışıyor. Birçok bölgesel ve küresel olayı yerinde takip etti. 2010-2020 yılları arasında ağırlıklı olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki savaş ve çatışma bölgelerinde görev yaptı. “Arap İsyanları Güncesi” adlı bir kitabı var.