“Amansız hastalığa yenik düştü.”
“Kansere karşı son savaşını kaybetti.”
“Kanser canavarına bir şehit daha verdik.”
“Kanseri işte böyle yendi.”
Kanser, günümüz dünyasının yadsınamaz gerçekliği. Bu gerçekliğin medyaya yansıyan hali ise farklı sorunlar içeriyor. Türkiye’de özellikle son yıllarda çocuk, kadın, LGBTİ ve/veya azınlık odaklı haberlerde kullanılan söyleme ilişkin atölye ve farkındalık çalışmaları artmış olsa da ihmal edilen çok önemli bir alan var: Bilim haberciliği. Yukarıdaki okuduğunuz cümleler, kanser haberlerinde sıklıkla gördüğümüz başlıklardan yalnızca birkaçı. Bu başlık örnekleri ne yazık ki söz konusu ihmalden kaynaklı cehaletin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Geçtiğimiz günlerde kişisel Twitter hesabımdan kanser haberlerindeki problematik dile dikkat çeken bir paylaşım yaptığımda, İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nden Dr. Nihan Aksakallı haklı bir serzenişte bulundu:
“Kanser, bir üst tanımlama. Biyolojik olarak farklı davranan yüzlerce tipi var. Bir kişinin hastalığının klinik durumu, özel koşulları bir diğerinin aynı değil. Medya mensuplarının bu konuda bilgi edinmeye, özene ve dikkate ihtiyacı var.”
Dr. Aksakallı, basının daha dikkatli davranması konusunda şüphesiz ki haklı. Peki haberlerde kullanılan söylemler neden sorun teşkil ediyor?
Susan Sontag, “Metafor Olarak Hastalık” kitabında “kanser” kelimesinin sürekli olarak “kötülüğün timsali” olarak telaffuz edilmesinin, gerek kanserin metafor olarak kullanımının gerekse kanseri tanımlarken kullanılan metaforların hastalarda yarattığı olumsuzluğa işaret eder.
Militarist terminoloji hayal kırıklığı yaratabiliyor
“Herhangi bir hastalığa sadece bir hastalık olarak değil de ‘kötülük’, ‘baş edilemez yağmacı’ gözüyle bakıldığı sürece kanserli hastaların çoğunun nasıl bir hastalığa yakalandıklarını öğrendiklerinde fiilen moral çöküntüsüne uğramaları kaçınılmazdır.”
Militarist söylemin kanser haberlerine de sirayet etmesi sonucunda kanser hastalığının hastalık olmaktan çıkarılarak savaş ve savaşa dair tanımlarla özdeşleştirildiğini görüyoruz. “Yenik düşmek”, “yenilmek”, “savaş vermek”, “savaşı kaybetmek” kanserle ilişkili haberlerde çokça kullanılan ifadeler… İyileşen “güçlü”, iyileşemeyen “zayıf” olarak sunuluyor. Ancak kanserin hastalıktan ziyade “kazanılması gereken bir savaş” olarak sunulması, gerek hastaları gerekse hasta yakınlarını olumsuz etkileyebiliyor. Yukarıda bahsettiğim sosyal medya paylaşımına gelen yanıtlardan bir diğeri, bahsettiğim durumu örneklendiriyor:
“Anneme kanser tedavisi esnasında neredeyse yoldan geçenin bile ‘Başaracaksın’, ‘Savaşa devam, yenilmek yok’ demesi ve annemin de ‘Ben savaşmak istemiyorum ki, yaşamak istiyorum’ deyişi…”
Kanser haberlerinde kullanılan savaş metaforları ölen kanser hastalarının yeteri kadar mücadele etmediği ya da zayıf oldukları için iyileşemedikleri anlamına yol açıyor. Savaşı kazanan “kahraman” ilan edilirken, kazanamayan “düşmana yenik düşmüş” gibi gösteriliyor.
Psikologlar David Hauser ve Norbert Schwarz’ın, kanser için kullanılan savaş metaforlarının etkisini araştırdığı bir çalışma var. The Guardian’a konuşan Hauser, “İnsanlar bu metaforları yararlı olduğunu ya da en azından olumsuz etkisi olmayacağını düşünerek kullanıyor ama aslında bu konuda yapılan çalışma çok az” diyor.
Araştırmaya göre, kanser söz konusu olduğunda sıklıkla kullanılan militarist söylem insanları korkuya ve kaderciliğe sevk edebiliyor. Çalışma, savaş metaforlarının kansere dair düşünceler üzerinde olumsuz etkilere neden olduğunu ve bu düşüncelerin insanların kanser riskini azaltmaya yönelik sağlıklı yaşam sürme niyetlerini baltaladığını gösteriyor. Yani savaş terminolojisi, “Birinin kanser olacağı varsa, ne yaparsa yapsın önüne geçmesi mümkün değil” fikrinin yaygınlaşmasına yol açabiliyor. Aynı araştırma, kanser hastalarının militarist söylem nedeniyle hayal kırıklığı yaşadığını da ortaya koyuyor.
Haberlerde başarı-başarısızlık ekseninden çıkılmalı
Bizde her ne kadar bu alana dair henüz kapsamlı tartışma yürütülmese de, kansere dair konuların nasıl haberleştirilmesi gerektiği Batı dünyasında uzun zamandır tartışılan meselelerden biri. İngiltere merkezli “Macmillan Cancer Support” adlı kuruluşun iki bin kişinin katılımıyla yaptığı ankete göre, kanser haberlerinde kullanılan bazı kelimeler sanıldığının aksine moral verici olmaktan çok, hastalar tarafından “uygunsuz” bulunuyor. Ankete katılan kanser hastaları ya da hastalıktan iyileşen kişiler, kanser teşhisinin “savaş” olarak tanımlanmasını ya da kanser hastalarının öldüklerinde “Savaşı kaybetti”, “Yenik düştü” gibi artık klişeleşmiş cümlelerin kullanımını doğru bulmadıklarını söylüyor. BBC haberinde görüşlerine yer verilen eski meme kanseri hastası Mandy Mahoney, medyada kansere dair kullanılan olumsuz söylemi eleştiriyor:
“Cesur, savaşçı ve mücadeleci gibi kavramlar yeni teşhis konan hastalar üzerinde korkunç bir baskı yaratıyor. ‘Kanserle savaşı kaybetti’ ifadesi, yeterince savaşmadığınızı ya da pes ettiğinizi ima ediyor. Halbuki ben ‘cesur’ ya da ‘ilham veren’ değilim, sadece geriye kalan hayatımı iyi yaşamaya çalışıyorum.”
Aynı haberde dile getirildiği gibi, mücadele hikâyeleri hem medya hem de okuyucu-izleyici kitlesi tarafından sevilen hikâyeler. Gazetecilikte “insan hikâyesi” diye adlandırdığımız, hastalıktan iyileşenlerin yaşadıklarını konu alan haberler kanser hastaları üzerinde olumlu etkiye neden olabilir. Ancak bu durum, haberlerde kullanılacak dile özen gösterilmesi ile amacına ulaşabilir.
İngiltere’de çok okunan 10 gazetede çıkan 5 bin 832 kanser haberinin incelenmesiyle ortaya çıkan akademik çalışma, medyada çıkan kanser haberlerinin içeriğinin genişletilmesinin “kanser stigması”nın hafiflemesine ve semptomlarla ilişkilendirilen tabuların azalmasına neden olacağına dikkat çekiyor.
Kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlü olan medyada çıkan haberler, toplumun bilime ve sağlığa bakışını birebir etkiliyor. Bu nedenle sağlık haberlerinde kullanılan söylem, akademik araştırmaların da gösterdiği gibi, kanser hastalığına yönelik bakış açısını şekillendiren en önemli etkenlerden biri. Dolayısıyla halk sağlığını yakından ilgilendiren kanser hastalığının “başarı-başarısızlık” ekseninden çıkartılarak diğer hastalıklar gibi ele alınmasının sorumlu gazetecilik anlayışı gereği olduğunu daha sık hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekiyor.
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün ardından uluslararası ilişkiler ve gazetecilik üzerine aldığı yüksek lisans eğitimini Boston Üniversitesi’nde tamamladı. Milliyet gazetesinde başladığı mesleğini, Deutsche Welle Türkçe Servisi’nde sürdürüyor. “Erkeklik Ofsayta Düşünce: Futbol, Eşcinsellik ve Halil İbrahim Dinçdağ’ın Hikâyesi” (Bawer Çakır ile birlikte, İletişim Yayınları, 2013); “Manşetleri Gör Aklını Kaçırırsın: 90’lı Yıllarda Gazetecilik” (İmge Kitabevi Yayınları, 2016), “Yalan Dünya: Reytingler, Tıklar ve Şimdi Reklamlar!” (P24 Kitaplığı, 2016); “Evrim Alataş Kitabı: Ne Olmuş Güldüysek” (Ayizi Kitap, 2018), “Biz Her Şeyiz-Diyanet’in İşleri” (İletişim Yayınları, 2021) kitaplarının yazarı. 2015 ve 2019 Avrupa Birliği Araştırmacı Gazetecilik Ödülü, İstanbul Tabip Odası Yazılı Basın Haber Ödülü, Musa Anter Jüri Özel Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Röportaj Ödülü, Halkevleri Dayanışma Ödülü sahibi. Logan Nonfiction Fellowship Programı 2019 bursiyeri.