“Gazeteler ve gazeteciler değişim yaratmada ve kadın cinayetlerinin önlenmesinde önemli bir rol oynayabilir; ancak ilk olarak bu cinayetler siyasi ve toplumsal bir sorun olarak kabul edilmelidir.” Gazeteci Mina Tümay etikgazetecilik.org için yazdı.
Türkiye’deki kadın cinayetleri son on yılda ciddi bir artış göstermişti; ancak COVID-19 ile ilgili kısıtlamalarla birlikte cinsiyete dayalı şiddet ve kadın cinayetleri endişe verici şekilde yükseldi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün verilerinden derlenen bilgilere göre, Mart 2019 ile Mart 2020 arasında İstanbul’da aile içi şiddet vakaları yüzde 38,2 oranında arttı. Anıt Sayaç’a göre, Kasım 2020’ye kadar 327 kadın, cinsiyete dayalı şiddet sonucu hayatını kaybetti. Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi (JSGA) Başkanlığı Araştırma Merkezleri Müdürlüğü’nce hazırlanan rapora göre, 2008-2017 yılları arasındaki cinayetlerin yüzde 62’si kadınların kocaları, boşandıkları kocaları veya erkek arkadaşları tarafından işlenirken, yüzde 28’i diğer erkek akrabaları tarafından, daha küçük yüzde 10’luk bir kısım ise takipçileri, komşuları veya başkaları tarafından işlendi. Son kategori, kadınların daha önce hiç tanışmadığı ve cinayeti işlemeye o an karar veren erkekleri de içeriyor.
Artan sayıların bir sonucu olarak, temmuz ayı sonlarında dünya çapında #ChallengeAccepted sosyal medya etiketiyle dijital protestolar başladı. Bu ‘meydan okuma’, kadınları kendi siyah beyaz fotoğraflarını paylaşmaya teşvik etti; amacı ise kadın cinayetlerinin ayrım yapmadığını ve bir sonraki öldürülenin herhangi biri olabileceğini vurgulamaktı. Protestolarda suçluların mahkemede pişmanlık belirtileri göstermeleri veya takım elbise giymeleri halinde ceza indirimi almalarına izin veren hukuk sistemi eleştirilirken, hükümete ise kadın haklarını koruyan, İstanbul Sözleşmesi‘nin imzacısı olarak kalma çağrısı yapıldı. Fakat bütün uluslararası ilgiye rağmen, medya kuruluşlarının ve gazetelerin kadın cinayetleri konusunda haber yapma biçimleri son derece problemli olmaya devam ediyor. Kullanmayı seçtikleri kelimeler ve yaklaşımları, kadın cinayetleri sorununu çözmeye katkıda bulunmak yerine başlı başına bir sorun haline dönüşüyor.
Filmmor kadın filmleri kolektifi, kadın cinayetlerinin medya organlarında ve gazetelerde nasıl yansıtıldığını araştırdı. 2015 yılında “Kadın Cinayeti Önlenebilir” adlı bir kampanya başlattılar ve medya için kadın cinayetlerinin nasıl haberleştirilmesi gerektiğine dair bir rehber hazırladılar. Rehberde, kadın cinayetlerinin politik yönü dikkate alınarak rapor edilmesi gerektiği vurgulanıyordu. Bianet’in aylık ve yıllık erkek şiddeti çetelelerinde görülüyor ki her ay belli bir sayıda vaka basına ya yansımamakta ya da sadece kısa bir haberle geçiştirilmekte. Kadın cinayetleri, toplumun ataerkil düzeninden beslenen siyasi ve ideolojik suçlar; hükümet ve medyanın bu konudaki tutumu bu cinayetleri sistematik bir sorun olarak görmek yerine önemsizleştirmeye hizmet ediyor.
Dünya Sağlık Örgütü, kadın cinayetlerini tanımlamak için “öldürülen kişi bir erkek olsaydı yine de öldürülür müydü” sorusunu soruyor. Cevap ‘hayır’ ise, bu kadın cinayetidir. “Kadın” olmaları nedeniyle öldürüldükleri için bu cinayetler siyasi bir sorundur. Buna rağmen görünüşte en liberal veya sol görünümlü gazeteler bile haberleri endişe verici ataerkil bir bakış açısıyla aktarıyorlar.
Türkiye’de hem iktidar yanlısı hem de muhalif medya kuruluşları, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti etik olmayan şekilde bildirdikleri için suçlular. Mağdur odaklı, cinayeti mazur gören, melodrama dayalı habercilik adeta kalıplaşmış halde. Bu tarz haberler genellikle öldürülen kişi ve cinayetin bahanesi hakkında suçludan daha fazla bilgi ifşa ediyor. Ne suçun bağlamını veriyor ne de kadın cinayetinin önlenebilir bir kontrol örgüsünün son noktası olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca, cinsiyete dayalı şiddete maruz kalabilecek veya risk altındaki kadınlar için yararlı olabilecek bilgilerden de yoksunlar. Veriler, kadın cinayetlerinin yüzde 60’ının gazetelerin 3. sayfasında yer aldığını gösteriyor. Bu sayfalar bıçaklamalar, trafik kazaları, silahlı saldırılar, cinsel şiddet gibi konuları trajik yönleriyle aktardığından bu tür haberlere ‘3. sayfa haberi’ adı veriliyor. Kadın cinayetlerinin 3. Sayfa haberi kategorisinde yer alması, bu olgunun politik yönünün göz ardı edilmesine yol açıyor.
Basında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle ilgili haberler üç şekilde karşımıza çıkıyor: Kadın cinayetlerinin ayrıntılarını doğrudan aktaran haberler, takip eden hukuki süreçle ilgili haberler ve yasanın gerektirdiği uygulamaların yetersizliğini eleştiren organize protestolarla ilgili haberler. Suça odaklanan haberlerde olaylar çoğunlukla sansasyonelleştiriliyor. İnternet medyası ise, tıklama tuzağı başlıkları, cinayetin ayrıntılarını içeren üslubu ve cinayetin grafik detayları ile bir anlamda şiddet pornografisi sunuyor. Bu türden haberler çoğu zaman yetkililerin ve aldıkları önlemlerin yetersizliğine karşı eleştiriden yoksunlar; ayrıca cinayetleri takip eden hukuki süreçlerin zayıflıklarını vurgulamayı da ihmal ediyorlar. Vakalar, ancak Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gibi sosyal medyada aktif olan kuruluşların adalet talep eden fotoğraf ve hashtag’leri sayesinde ana akım medyanın dikkatini çekiyor. Bianet’in araştırmasına göre 2019 yılında işlenen kadın cinayetlerinde en az 25 failin hukuki süreci basına kısa bir paragrafla bile yansımamış.
Sorunlu haberciliğin bir örneği, failin ifadesinin bir kısmının haber başlığı olarak kullanılması. Habere hızlıca göz atan herkes için, başlık büyük olasılıkla hatırlayacakları tek şeydir. Mağdur, suçlamalara karşı kendini savunmak için hayatta olmadığından, böyle bir başlık seçmek, olayı suçlunun ifadesine dayandırıp onu meşru kılmaktır. Cinayet sonrası belirtilen mazeretlerin yüzde 55’i ayrılık, reddedilme, kıskançlık ve gurur. Bazı gazetelerden aktarılan problematik örnekler: “Beni kardeşimle aldattı” ve “Ben hasta yatarken eve başka bir adam getirdi”… Bu bahaneler genellikle fail tarafından öne sürülür, medya kuruluşları tarafından benimsenir ve hukuki sürecin tersine işlemesine yol açacak şekilde kamu vicdanını etkilemek için kullanılır.
Muhabirler ayrıca kadın cinayetlerinin arkasındaki nedenleri normalleştirmekte ve daha büyük çapta bir soruna katkıda bulunmaktadırlar. Kadın cinayetinin, yetkililere bildirilmeyen aile içi şiddet örgüsündeki son eylem olduğunu genellikle göz ardı ederler. Oysa bu tür vakalar hakkında haber yapmak, caydırıcı olmanın yanı sıra cinayete varabilecek süreçte cinsiyete dayalı şiddetin farklı şekilleri konusunda farkındalık yaratacaktır.
Yukarıda belirtilen olumsuz örnekler çoğunlukta olsa da artan kadın cinayetleriyle birlikte bazı medya kuruluşlarında tutum değişiklikleri görülmeye başlandı. Örneğin, temmuz ayında işlenen Pınar Gültekin cinayetinden sonra olaya ilişkin haberlerin yanı sıra hukuki süreci ve kasımda başlayan davayı da yakından takip eden gazeteler oldu.
Gazeteler ve gazeteciler değişim yaratmada ve kadın cinayetlerinin önlenmesinde önemli bir rol oynayabilir; ancak ilk olarak bu cinayetler siyasi ve toplumsal bir sorun olarak kabul edilmelidir. Haberleri doğru bir bağlam içinde ve sorunun tüm boyutlarını gösterecek şekilde yapmaları, bunun yanında aile içi şiddete maruz kalanlara yol gösterici bilgiler sunmaları gerekir. Kadın cinayetleri, gazetelerin ilk sayfasında ve dijital platformların ana sayfasında, diğer tüm siyasi haberlerle birlikte kapsamlı bir şekilde yer almalıdır.
Gazeteler, kamuoyu ve bireylerin üzerindeki etkileri nedeniyle kadın cinayetleri hakkında haber yaparken daha fazla sorumluluk üstlenmelidir. Muhabirler, bu cinayetlerle ilgili kamuoyunu bilgilendirmenin yanı sıra hukuki süreci takip ederek gerektiğinde sürecin kusurlarını ortaya çıkarmalı ve süreç sonuçlanıncaya dek takibi sürdürmelidir. Ayrıca hem dava süreçlerini hem de hukuk sistemindeki sorunları eleştiren protestoların haberlerini yapmayı da ihmal etmemelidir. Gazeteciler, kadın cinayetlerini melodrama dönüştürmek yerine sayfalarını/sürelerini farkındalık yaratmak ve hukuk sistemini sorgulamak için kullanmalılar; çünkü kadınlar ataerkil bir medyanın elinde ikinci kez ölmekten daha fazlasını hak ediyor.
Mina Tümay, Londra’da yerleşik İstanbullu bir serbest gazeteci ve fotoğrafçıdır. 2019 yılında Londra’daki Kings College’dan Film ve Politika alanında mezun olduktan sonra Ekim 2020’de SOAS Üniversitesi’nde Uluslararası Gazetecilik yüksek lisansını bitirdi. Politika ve kadın haklarından sürdürülebilirliğe ve filme kadar pek çok konuda yazıyor.