“Bir askere ‘iki kurşun sıktırıp’ o anı fotoğraflar mısınız? Size poz vermelerini isteyip, poz verirken de nasıl durmaları gerektiğini tarif eder misiniz?” Deneyimli haber fotoğrafçısı Ümit Bektaş yazdı.

Amerika’nın Irak’ı işgalini ve NATO’nun Afganistan operasyonunu bir Amerikan birliğine iliştirilmiş gazeteci olarak izleyip döndüğümde gerek gazeteci arkadaşlarım gerekse iletişim üzerine çalışan öğretim üyeleri hem sorularını hem de eleştirilerini, iliştirilmişliğin uygulanması ve etik sakıncaları üzerine yoğunlaştırmıştı. İliştirilmiş gazetecilik (embedded journalism) başka bir yazı konusu olabilir. Beni bu yazıya iliştirilmiş gazetecilikten bahsederek başlatan o zamana dair kişisel bir gözlemim ve kafama takılan sorular:

Bir askeri birlikle dağ başında bir görevde tek başınasınız. Başka bir gazeteci, şefiniz, yayın yönetmeniniz kilometrelerce ötede. Sizi denetleyecek, yargılayacak ya da hatta ayıplayacak kimse yok. Böyle bir durumdayken gazeteciliği yapış şekliniz değişir mi? Mesela benim gibi bir fotoğrafçıysanız normalde yapmadığınız bir şey yapıp bir fotoğraf kurgular mısınız? Bir askerden sizin için “iki kurşun sıktırıp” o anı fotoğraflar mısınız? Size poz vermelerini isteyip, poz verirken de nasıl durmaları gerektiğini tarif eder misiniz? Yapar mısınız gerçekten? Belki yaparsınız! Ne olacak ki? Sonuçta kim görecek, kim duyacak? Sizi kim ayıplayacak? Ya da yapmazsınız! Çünkü gazetecilik etiği sizin için bir dizi yazılı kuraldan öte aklınız ve vicdanınızda yer etmiş ilkelerdir.

25 yıldır fotoğrafçılık yapan biri olarak gazetecilik etiğinin meslektaşlarım tarafından çok defalar görmezden gelindiğine şahit oldum. Etkili meslek içi yaptırım uygulayan kurumlar olmadığı için, olanların da yaptırım gücü bulunmadığından gazeteciliğin temel ahlaki ilkelerini göz ardı ederken tek kaygıları açığa çıkmadan yani yakalanmadan haberi kotarıp yayınlatmak olan meslektaşlarım oldu.

Sahada yaşadığım örneklerden ve aslında olması gerekenlerden bahsederken kendi alanım olduğundan haber fotoğrafçılığı üzerinden ilerleyeceğim. Haber fotoğrafçılığında en çok yapılan ve belki de artık alıştığımızdan gülüp geçtiğimiz yaygın etik ihlali kurmaca (setup) fotoğraf çekme alışkanlığıdır:

Kurmaca fotoğraf, kendini basın tarihinde en çok deprem yaşanan yerlerde enkaz üzerinde, hem de tüm yıkıntının en tepesinde, tam da depremin olduğu saat ve dakikada durmuş, mümkünse kırık, saatte göstermiştir. Her felakette bu fotoğraf bir yerlerde yayınlanır. Kurmaca fotoğraf alışkanlığı öyle yerlere geldi ki karne alan çocukları zorla, yakınlarda ölen, anne babalarının mezarına götürüp, “karnesini annesine/babasına gösterdi” altyazılı fotoğraf çeken haberciler; günbatımında güneş tabak gibi kızıla boyanmışken tam önünden, üstelik tesadüfen orada olan! bir devenin ve dans eden bir çiftin de yanından, yağmur yağmadığı halde gökkuşağı renklerindeki şemsiyesiyle geçen bisikletli adamın fotoğrafını çeken meslektaşlar gördük camiamızda. Para verip atlı ve hatta kovboy şapkalı çobana yılkı atlarını güneşe doğru sürdüren arkadaşlarımız oldu. Kurmaca fotoğraf gazeteciliğin ya da haber fotoğrafçılığının etiğine aykırıdır. Haber fotoğrafçısı olanı kaydeder. Var olanı değiştirmez, haber fotoğrafı çekiyorsa kendi gerçekliğini kurgulamaz.

Bir arkadaşım vardı. Abisi bir seyahatte buna uğramış, evi yol üzerinde diye. Meğerse adam uyuşturucu işiyle uğraşmaktaymış ve İstanbul’dan son sevkiyat noktasına giderken geceyi arkadaşımda geçirmek istemiş. Takipteki polis eve baskın yapınca doğal olarak hem arkadaşımı hem de abisini derdest edip gözaltına almış. Hikâyenin arkadaşım açısından sonu ilk ifadeden sonra serbest bırakılmak oldu ama mağduriyet basın sayesinde bir gecelik gözaltıyla sona ermedi. Operasyonu haber yapan gazeteciler adliye çıkışında fotoğraf çekmişler. Ertesi gün bir gazetenin birinci sayfasında arkadaşımın fotoğrafı, “captagon çetesi çökertildi” başlığıyla yayınlandı. Etik ilkeleri gözeten bir fotoğrafçı kimliğinden ya da haberle ilgisinden emin olmadığı kişilerin fotoğraflarını çekmez ve/veya haberde kullanılması için servis etmez. Bu durumlarda mümkünse rıza alınmalıdır.

Avrupa’da son yıllarda yeni yasal düzenlemelerle “haber amaçlı görüntülenmek” konusunda kişi hakları yeniden düzenlenmiş ve birçok durumda sorun yaşamaması için fotoğrafçının yazılı izin alması zorunlu kılınmıştır. Ülkemizde yasalar bu konuda daha muğlak ve açıklara sahip olsa da gazeteci kişisel olarak bu konuda sorumlu davranabilir. Örneğin çekilen kişinin ismini sormak ve fotoğraf altına yazmak gazetecinin o fotoğrafı gizlice çekmediğinin ve çektiği kişiye isim sorarak kendini ve niyetini açıkça belli ettiğinin kanıtıdır. Bu aslında sadece çekileni değil çekeni yani gazeteciyi de sonrasında yaşayacağı bir “izinsiz çekim” suçlamasından koruyan basit bir tedbirdir. Avrupa’da çocukları çektiğinde fotoğrafçı yazılı izin almak durumundadır. Ebeveyni yanında olan bir çocuğun fotoğrafını çektiğimizde ismini ve yaşını öğrenmemiz ve bunu yazmamız da bu kapsamda hem görsele konu olanların kişilik haklarının korunduğunun hem de fotoğrafçının niyet beyanının bir şekilde dillendirildiğinin göstergesi olacaktır.

Fotoğrafçıysanız ve sahadaysanız, “çekme kardeşim beni” diyeniniz çok olmuştur. Çekme diyeni çekmemek meslek ahlakına gelene kadar bir nezakettir. Bunu bir mitingde en ön sırada elinde pankartla duran bir kişinin söylemesi ortam/talep denkleminde bir miktar havada kalsa da çoğu durumda samimi bir istektir ve göz ardı edilmemelidir. Tabi tam tersi tepki verilmesi gereken durumlar da vardır. Göstericilere karşı orantısız güç kullanan bir kolluk görevlisi sırf “çekme birader” dedi diye çekmemek de gazeteciliğin etik ilkeleriyle bağdaşmaz. Fotoğrafçı, yaşanan bir olayı görüntülerken kamuya karşı, anayasal hak olan haberleşme özgürlüğüne görsel enformasyon sağlamakla sorumludur. Bu sorumluluğu, birileri öyle istedi diye üzerinden atmak doğru değildir.

Mesleğe şu an çalıştığım ajansta değil bir gazetede başlamıştım. Bizim gazetenin patronu merkez sağdaki iki lider arasında gider gelirdi. Dolayısıyla gazete de bir onu bir diğerini desteklerdi. Desteklenmeyen liderin ağzı yüzü çarpık fotoğrafları revaçtayken desteklenenin pek bir yakışıklı/güzel fotoğrafları tercih edilirdi. Bir gün bir bakardınız tam tersi olmuş ve fotoğraf kullanımı tersine dönmüş. Habere uygun görsel malzeme toplamakla habere görsel malzeme uydurmak arasında ince bir çizgi vardır. Fotoğrafçı ya da kameraman kafasındaki bir fikre, bir plana, stratejiye ya da politikaya göre malzeme aramaz. Bu arayışta tersi etki yaratacak malzemeye sırtını dönmez. “Bize gitmez, biz de görmezler” diye çekmemek, görmemek gazetecilik etiğine uymadığı gibi gazetecilik onuruna da yakışmaz. Bu noktada bağlı olduğunuz kurumun genel politikası tabi ki göz ardı edilemez. Böyle durumlarda tavrımız, “Ben çekerim ve geçerim” demek ve en azından otosansür uygulamamak şeklinde olmalıdır.

Haber üretiminin görsel tarafında etik sorumluluğu sadece sahada çalışan fotoğrafçının değil newsroom, yazı işleri, desk, masa dediğimiz haberin çıktısının dijital ya da analog alındığı yerde çalışan gazetecilerin de kaygısı olmalıdır. Mesela sırf çekildi ve sizin önünüze geldi diye sırtında bıçakla hastaneye taşınan kadının fotoğrafını markette, sokakta herkesin erişimine ve görmesine açık bir mecrada dokuz sütuna manşet basamazsınız. Haberiniz daha çok okunsun/tıklansın diye özellikle kadın bedeni içeren görselleri, haber amacının kıyısından dahi geçmeden, bir pazarlama malzemesine dönüştüremezsiniz. Sahipliği net olmayan, yayın hakları kime ait olduğu bilinmeyen, sahibi belli olan fotoğraf ya da videoyu ise haklarını elinden tutan kişiden izin almadan kullanamazsınız.

Çok gezmiş ve çok savaş izlemiş bir fotoğrafçı olarak bir söyleşiye katıldığımda özellikle gazeteci adayı gençlerin değişmeyen sorularından biri, “Tarafsızlığınızı nasıl koruyorsunuz? Kendinizi bir tarafa daha yakın ya da diğerine uzak hissediyor musunuz?” olur. Oldum olası, “Gazeteci tarafsız olur” sözünün doğru anlaşılmadığını düşünürüm. Gazeteci de politik duruşuyla, karakteriyle bir insandır ve etrafındaki her şeye eşit mesafede olması mümkün değildir. Bu düşünceyle soruya üç aşağı beş yukarı hep aynı cevabı veririm:

Gazeteci nasıl hissederse hissetsin, ne düşünürse düşünsün ve neye inanırsa inansın eğer haber yaparken vicdanını bir yana bırakmayıp basın etiğini göz ardı etmiyor ve sıkı sıkıya meslek ilkelerine bağlı kalıyorsa tarafsızlığını zaten koruyor demektir.